Dinledim.
Belki 100 kere.
Hem de aynı gün.
Sonrasında da 100 kere dinlemişimdir.
Şimdi de dinliyorum, boğazımda bir yumruyla.
Kelimeler benim sahibim oldu.
Efendim oldu kelimeler.
Doğru kurgulanmışsa mesela,
İçinde duygusu varsa yürekten söylenmiş,
Ve biraz da üzerine düşünülmüş kelimelerin aşığıyım.
Duyduğum bazı cümleler mıh gibi aklıma kazınıyor.
Defterlerimi dolduruyor bazı cümleler.
Gözlerimden taşıyor.
Ve bazı şiirlere nasıl bu kadar geç kaldığımı düşünüyorum. Sonra ‘Doğru yer, doğru zaman’ ikilemesi geliyor zihnime. Bir cümle çokça kez duyulabilir. Yalnız anlamak için, hele bir de içine işlemesi için daha çok yaşanmışlık gerekir bazı cümlelerin.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
Genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
Vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi.
‘Münacaat’ şiiri, bir türlü girizgâhını bitiremediğim. İsmet Özel’in kendisinin seslendirdiği.
Nasıl güzel, nasıl içli, nasıl hisli.
Çok doğru bir zamanda karşıma çıktığı için evrene yine minnettârım.
Bana dersleri şiirlerle gönderen evrene minnettârım.
Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbel alemin.
tütmesi gereken ocak nerede?