260.gün: Sevim teyzenin hastalığı
Sevim teyze dün gece rahatsızlanmış. Defne arayıp haber verdi, bugün yanına gittim. Çok bitkin görünüyordu, gözlerinde parıldayan ışık sönmüştü. Ben yanına girince gülümsedi. Gel kızım, dedi elimi tutarak.
Defne, sen buradaysan ben işe gidip izin almaya çalışayım, dedi. Sevim teyze ne kadar gerek yok iyiyim ben diye ısrar etse de. Kafamı sallayarak burdayım merak etme sen, diye cevapladım.
Sevim teyze zaten yürüyemediği için kızına yük olduğunu düşünüyordu bunu biliyordum. Bir de üstüne hastalandı diye suçlu hissediyordu sanırım. Defne çıkınca göz göze geldik, hastalığın verdiği yorgunluk ve mahcubiyet yüklü gözlerle bana bakıyordu.
O sırada Defne’nin nerede çalıştığını merak ettim ama yersiz olacaktı sormam, boşverdim. Herkesin aklına zamansız gelen şeyler vardır herhalde. Bunun için de bir liste mi oluştursam? Günlük yaşantımı, düşündüklerimi demem daha doğru olur, listelemeye başladım. Bunu başka bir gün anlatırım.
Defne çıktığında Sevim teyzeyle sohbet etmeye başladık. Son okuduğum kitabı konuşmak istiyordum aslında ama şimdi hasta kadını yormak olmaz dedim. Yanında oturdum gündelik şeylerden bahsettim. Onu çok yormak istemiyordum ama yanında susmanın da bi faydası yoktu.
Bir süre sessizliğin ardından masada duran defter ve kitap gözüme çarptı. Kitabı alıp herhangi bir sayfasını açtım. Daha önceleri çokça aynı sayfanın açılıp okunduğu belli oluyordu. Sessizce okumaya başladım.
“Acılar vardır, bir de çaresizlikler
Ne zaman başladıysa benim öyküm
Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber
Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm
Durup durup kirlendim yaşadıkça
Aşktı beni yıkayan, arıtan su
Dünyamı saran bir uçtan bir uca
Hep o bir gün sevememek korkusu
Ben kalbimi o taşlarda biledim
Bütün pisliklerini yeryüzünün
Kazıdım hançerimle yeniledim
Son dakikasında bile ömrümün
Ben Tanrıdan başka bir şey istemem
Her sevgiye açık olsun pencerem”
-Ümit Yaşar Oğuzcan
Sevim teyze uyuyakalmıştı. Bir günde nasıl bu kadar solgunlaştığını düşünerek Defne gelene kadar birkaç şiir daha okudum. Bazılarını daha önce duymuş ya da görmüştüm. Çiçeklerine baktım Sevim teyzenin, onların bazılarına su verdim. Defne geldiğinde tekrar gelirim diyerek ayrıldım. Acaba Ufuk amca hayatta olsaydı her şey nasıl olurdu?
261.gün: Her güne değer
Son zamanlarda yazmak beni çok zorluyor. Belki fark etmişsindir. Eskisinden daha çok yanlış yazıyorum kelimeleri ve yazmak istediklerimi aktarırken çok zorlanıyorum. Bir süre yazmayı bırakmayı bile düşündüm o kadar zorlanıyordum. Bugün neden yazdığımı düşünmeye başladım. Neden her gün sana geliyordum mesela? Eskiden sadece çok mutsuz olduğumda yazardım. Yazmasam düzelmeyecekti sanki. Yazınca da düzelmiyordu ya. Öyleydi işte.
Bir süre hiçbir şey yazmadım tek bir cümle, sevdiğim şiirleri bile yazmadım. Sonra sadece çok mutlu olduğum anlarda yazdım bu daha çok aşırı mutlu hissettiğim anların birikimiydi. Bir süre sonra kayboldu.
Daha sonra her güne yazmaya başladım. Çok mutluysam onu, üzgünsem sebebini ya da herhangi bir şeyi evde durup hiçbir şey yapmadığım günde bile yazdım. Çünkü zihnimde yazacağım çok şey var. Kendime kendimi ifade etmeye başladım. Hep daha iyi hissettim, sıradan gelecek şimdi sana, çünkü bana da öyle gelirdi.
Kendimi tanımaya çalışmak… Ve bu kadar önemli olması biraz saçma gelirdi. Ama konu kendini tanımak, cümlesi kadar basit değil. Konu kendimi benimsememdi. Eskiden de mutluydum, güzel geçiriyordum zamanımı. Ama şimdi kendimi daha çok ölçüp biçiyorum. Ve yazmak en büyük destekçim. Bunu hatırlayıp kendime geldim.
Yazmak iyileştiriyor, senin yazdıklarını okumak daha da.
Canım canım? teşekkür ederim