İnsan hayatının yarısı, bir şeyleri aramakla, bir şeylerin önemli mi ya da önemsiz mi olduğunu anlamakla geçiyor. Bunu aştığında hayatını anlamlandırmaya başlıyor. Uzun bir süreç sonunda hayatının yarısını geride bırakmışken tam da kendini buluyor ve hayatına böyle devam ediyor.
Her zaman, başımıza gelen şeylere bir suçlu arıyoruz. Bazılarımız anne babalarımızı, bazılarımız hayatı, arkadaşlarımızı suçluyor. Kimisi kapıya çarptığı için kapıyı, takıldığı için kaldırımı suçluyor. Çok az insan “ Ben nerede hata yapıyorum.” sorusunu kendine sorma cesareti buluyor. Kusursuzluğuna gölge düşüremeyenler ise kusuru hep başkalarında arıyor.
Yani birilerine, bir şeylere duyulan bu öfkeyi hayatımız boyunca yaşatıyoruz. Oysa öfkenin, çoğu zaman kontrolünü kaybettiğimiz tehlikeli bir davranış biçimi olduğunu bildiğimiz halde. İnsanları anlamak ya da herhangi bir varlığın doğasını anlayabilmek zor iş tabii. İşte bunu yaptığımızda acılarımızın, dertlerimizin bir sınırı olacağına, sevgiyi, saygıyı ve samimiyeti en güzel şekilde birbirimize aktarabileceğimize inanıyorum.