Sevmek türküsüne oturtmuşuz ille de benlik notasını.
Oysa sevmenin benlikten öte bir şey olduğunu bilememişiz. Öğrenilen kalıp doğruları yanlış cümlelere sığdırmaya çalışmışız. Doğruluk, yanlışların içinde eriyip kaybolabilir ama doğruluk içinde yanlış olan her söz; eğrilen bir yol gibi kıvrılır yüreğimizden dışarı…
Sözü nereye bağlarsak ve nereden başlarsak; hangi yalnızlar durağında bitirirsek bitirelim, hep aynı yöne çevirir kalbimizi… Bunun adı sevmektir. Bu sevmek öyle bir duygu ki evrenselliği kuşatıcı, sıcaklığı iyileştirici, yokluğu yakıcı ve yaralayıcı… İnsandan insana süzülmez ki sadece, içinde can taşıyan her varlığa duyduğun merhametin ta kendisidir. Kalbinde merhamet taşımayan sevemez, her seven de merhamet edemez. Birbirinden ayrılmayan ama birlikte de olamayan iki ayrı karmaşa, belki de merhamet çok daha yüce evresidir sevebilmenin. Nitekim alemlere rahmet olarak gelen peygamber efendimizin kendisine düşmanlık eden, onu yok etmek isteyen sevgisizlere karşı olan merhameti işte buna en güzel örnek değil midir?
Yüreğimizde taşıdığımız belki de en büyük miras, sevmek sevdirmek tohumudur. Asıl gaye tohumu ait olduğu toprağa özenle dikmektir. Sabır gerek dallarında çiçeklenen baharı görmek için. Emek ve bolca umut gerek gökyüzünün maviliğine tutunabilmek için. Seven insan tarifi…tarifsiz yaşanası en güzel şey. Sevmenin sırrına eriştiyse insan, yeryüzünde attığı adımı, baktığı bakışı, sözünün tonu, sesinin rengi tıpkı bahar gibi olur. Ve dokunduğu, uğradığı, nefes aldığı her yeri güzelleştirir.
Dünyayı yaşanası yer yapacak olan, bizi bizden, aşılmaz sanılan tüm karanlıklardan aydınlığa ulaştırıp koruyacak belki de en büyük kalkan sevmektir. Gönülden seven gönül ehli insanlar kıramaz, yıkamaz, kanatamaz, yaralayamaz ve asla zulüm edemez ne kendine ne başka bir kalbe. Bin yerinden kırıkta olsa sevmekten vazgeçmeyen yürekler işte onlar bu dünyanın elmasları, yakutlarıdır.
Bizi yaratan zat-ı mukaddes der ki ‘Yere göğe sığmam da mümin kulumun kalbine sığarım’. Kalbe verilen güzelliğe bakar mısınız, kalp benim nazargâhım ben kalbindeyim diyor. Hiç bitmeyen, tükenmeyen sonsuz sevmek kabiliyetinin nerden geldiği çok daha iyi anlaşılıyor.
Bizi seven rabbimiz, sevmeyi kalbimize ilhak ediyor. Neden?
Sevmeyi bilelim, sevelim diye. Yaratılan her şeyi sevelim sevdirelim diye, sevmeyi bu dünya da egemen kılmadığımız her gün kendimiz için hüzünlü bir kayıp. Üstelik bu kaybı ömrün son demine kadar anlayamayacak ne çok insan var…
Sevmek sırrına eren Yunus Emre ne güzel demiş, “gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz” bize kalmayacak bir dünyaya ne çok kavga, kin ve nefreti sığdırmışız. Şimdi geç olmadan sevmeye sevilmeye hasret kalbimiz için bir güzellik yapalım ve ait olduğu sevgi tohumlarını dökelim ömrümüze. Tohumları yana yakıla aramaya gerek yok. İlk önce bize sevmeyi öğreten, sevmemizi isteyen zatı sevmekle başlayabiliriz. Onu sevmek şöyle dursun,
sevmeye çabalayanın dahi hüsrana uğradığı hiç görülmemiştir. Kalbi hüzünlüler sakın kalbiniz sevmekten endişe duymasın, zira o öyle bir Rab ki kendisini seveni sevdirir tüm insanlığa.
Sevmek ehli olabilmek niyazı ile…
“Sevmek Sırrı” yazısına benzer 24Okur yazılarımız:
-
Bir Kitap Önerisi: Masumiyet Müzesi Okumak İçin Tıklayın!
-
Doğan Cüceloğlu’nun Son Kitabı: Var Mısın? Okumak İçin Tıklayın!
-
Türk Edebiyatında İlk Psikolojik Roman Denemesi: EYLÜL Okumak İçin Tıklayın.
-
Başarılı Bir Özgeçmiş Nasıl Hazırlanır, Neler Olmalıdır? Okumak İçin Tıklayın.