Kapattım gözlerimi.
Ne muhteşem her şey. Altımdaki taşlar iç içe geçerek beni bir caddeden diğerine götürüyor. Arada bulut parçasına atlayıp küçükken hayal ettiğim kocaman pembe pamuk şekerden bir parça alıyorum. Biraz aşağı doğru, biraz sol tam orda indir beni. Tabi mavi değil artık etrafım. Karanlıktaki gerçeğin ta kendisi.
Gördüklerim karşısında mutluluktan ayaklarım yerden kesiliyor. Hiç tanımadığım insanlar, hayretle dinlediğim şehrin sesini boyuyor. Ordan bir nehir akıp giderken beyaz şapkalı güleç adam yanımdan geçiyor. Geçen her kişinin gözlerinden çekip çıkarıyorum, keşfetme duygusu korkudan galip geliyor. Binaların gökyüzünü kırptığı ara sokakta kaybolmanın göbeğinde buluyorum kendimi. Beni ayakta tutan bacaklarım değil bitmek bilmeyen merakım. Kocaman gülüyorum, bulaşıcıymış meğer gözlüğünü çıkararak beni tebessümle karşılıyor.
Durdurmak istemiyorum kendimi. Hemen elime bir gitar çiziyorum. Doğru telaffuz ediyor muyum etmiyor muyum umrumda değil.
“Allons ensemble, découvrir ma liberté
(Haydi birlikte, özgürlüğümü keşfedelim)
Oubliez donc tous vos clichés
(Tüm önyargınızı unutun)
Bienvenue dans ma réalité
(Buyur benim gerçekliğime)”
sarıyor dilimi. Sen de katıl küçük kız. Hadi benimle dans et. Sarı bukleli saçlarının bebek kokusu süslesin dört bir tarafı. Yay gibi çevremi sarın ve akan anın içinde yüzelim. Anlamadığım kelimelere alkışla karşılık veriyor ve öylesine bir reveransla veda ediyorum size.
Karnım guruldaması acıktığıma işaret ediyor. Uzaktan belli belirsiz seçtiğim kafenin önündeki sıra, orada ne satıldığını görmeme müsade etmiyor. Vardır bir sebebi deyip alıyorum ben de yerimi. Önümde 3 kişi kaldığında seçiyorum çikolatayı, çileği. Bu da ne böyle! Oldukça basit yapılışı ama bir o kadar lezzetli tadı. Bir bakmışım ikincisinin son lokması ağzımda. Cebimden bir peçetenin çıkması için dua ediyorum, dudağım kahvengi değil ki benim. Yarısı çikolatalı halde peçeteyi çöpe atıyorum.
Bilmem kaç senelik taşa dokunarak hissetmeye çalışıyorum. Pürüzlü dokusu, yıpranmış boyası, etrafıyla olan bütünlüğü insanların kahkahasıyla karışıyor. Tüm bunlar büyüyüp içimden yükseliyor, işte uçuyorum! Önümden çekilin yoksa çarpacağım size. İki elim yanımda dönerken saçlarım eşlik ediyor bana.
Ekmek kırıntılarını takip eder gibi uzaktan gelen keman sesine bırakıyorum kendimi. Buldum seni. Gözlerini kapatışın çoğu zaman parmağını koyacağın yeri görmek için açışınla sonlanırken kemanınla ettiğin dansı keyifle izliyorum.
Taşlar beni bu sefer bir heykelin tam karşısına götürüyor. Büyük bir zarafetle ayağını bükmüş kime bakıyorsun söylesene? Omzunu yarı açık bırakan şalın renginin gri olmadığını ikimiz de biliyoruz. İzininle, köprüden aşağı bakarken beni sandalın beklediğini hatırladım.
Kürekleri çekmenin zorlayıcı olduğu geçerli değil. Her bir su damlası neşeyle yol veriyor. Sizinle tanışmak için elimi uzatıyorum. Az kalsın düşüyordum. Telaşlanıp hemen kenara sürüyorum sandalı. Şu terliklerin ayağıma dolanmasından bıktım. Toprağa basmak ve derin bir nefes almak zamanı şimdi.
Kaç yaş atladım, kaç kat çıktım zihnimde? Doğruymuş tüm söylenenler. Domates peynir gibi yağmur güneş gibi tamamlıyorlarmış birbirini. İçimdeki kavuşmaya şahit olduktan sonra pıt pıt damlalar yüzümde bir çizgi çiziyor. Kaybolmak ve kendini bulmanın mutlu sonu.
Uzaktan bir ses gittikçe büyüyerek çekiyor fişi.
“Sena hadi yemek hazır.”