Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.
Nazım Hikmet
Hikâye bilindik bir senaryo ile başlar.
Soğuk soğuk savaşan iki muhteşem(!) ülke, başka bir muhteşem(!) ülkenin sömürmekten sıkılıp boşalttığı topraklar, Vietnam’a gelirler. Birbirleriyle sürtüşmek yerine başkalarını sürtüştürmekten hoşlanan bu muhteşem ülkeler yardım adıyla başladıkları yerleşkelerini büyütürler Vietnam’da. Dünya’da demokratik olmayan ülkelere demokrasi(!) getirmekle ünlenen muhteşem(!) ülke yardım ettiği ülkeyle bir anda savaşırken buluverir kendini. Gel zaman git zaman, Vietnam’a demokrasi(!) bir türlü gelmek bilmez ve muhteşem(!) ülke “saplandığı Vietnam çukurundan çıkamadı” diye tarihe geçer.
Hayatı savaş meydanlarında geçmiş Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk “Harp zorunlu ve hayati olmadıkça cinayettir.” der. Zorunlu ve hayati olmayan konularda insanların hayatlarıyla kolayca oynayan ülkeler kendi insanlarının canını da hiçe sayar ve düşünmezler. Çünkü savaş herkes için yıkım ve ne yazık ki ölümden ibarettir.
9 Eylül 1965 sabahı, USS Oriskany savaş gemisinden bir tane Douglas A-4E Skyhawk savaş uçağı havalandı. Kuzey Vietnam’da belirlenen hedefleri vurmaya giden bu uçakta neler yaşayacağından habersiz bir Deniz Havacı Amiral vardı, James Stockdale. Amiral Stockdale’in bulunduğu savaş uçağı Kuzey Vietnam hava sahasında Vietkong (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) güçleri tarafından vurulur. Düşen uçaktan yaralı bir halde kurtulan Amiral, Vietkonglular tarafından esir alınarak ‘Hanoi Hilton’ kampına götürülür.
Hanoi Hilton, 1886 yılında inşa edilmiştir. Kimsenin adını duymak istemediği bu yapı, kulağa biraz daha hoş gelmesi için Fransızlar tarafından “Maison Centrale” yani “Merkez Ev” olarak adlandırılır. Zaman içerisinde farklı kaynaklardan büyük sıkıntılar yaşayan Vietnamlılar kendi yönetimlerini kurduklarında burayı ideolojik eğitim veren bir kuruma çevirdiler. Ancak soğuk savaşın ısıttığı Vietnam toprakları tekrar kan görmeye başladı. Vietnam savaşında esir düşen Amerikalılar bu hapishaneye getirildi. Amerikalılarla dalga geçmek isteyen Vietnamlılar ise buraya Hanoi Hilton demeye başladı. Hatta avlunun bir bölümüne de “Küçük Vegas” demişlerdi.
Amiral Stockdale, hayal gücünün sınırlarını zorlayan işkencelerin uygulandığı bu hapishanede tam yedi buçuk yıl kaldı. Bu insanlık dışı yerde yalnız değildi Stockdale. Kendi gibi Amerikan askeri olan yüzlerce esirle beraber işkence görüyordu. Ancak amirali diğer askerlerden ayıran bir özelliği vardı. Amiral Stockdale hapishanede bulunan en yüksek rütbeli Amerikan subayıydı.
Komutan, her şart ve koşulda tebaasında bulunan askerlerini düşünür. Amiral de bir liderin davranması gerektiği gibi davrandı ve o koşullar altında dahi askerlerini bir arada tutabilmenin yollarını aradı. Stockdale komutanlık sorumluluğunu hiçbir zaman terk etmedi ve esir olan askerlerinin en fazla sayıda sağ olarak kamptan çıkmasını sağlamaya çalıştı. Her zaman dik ve sağlam duruşunu bozmayan amiral, Vietnamlıların anti-propagandalarına dahi alet olmamaya gayret gösterdi.
Yalnız hissetmek insanı çaresiz kılar. Bunu çok iyi bilen James Stockdale koğuşlar arası iletişim sağlayabilecekleri mors alfabesine benzer bir iletişim sistemi geliştirdi. Elleriyle ya da ellerinde olan cisimlerle duvarlara vurarak birbirleriyle haberleşmeye başlayan askerler umutlarını tazelemiş ve daha güçlü hissetmişlerdi. Bu haberleşme sistemi ile işkence gören askerler kurtulma yollarına dair planlar bile yapmaya başlarlar. Aynı dili kullanarak birbirlerine işkenceye karşı nasıl dayanabileceklerini anlatırlar. Amiralin işkence altındaki üçüncü yıldönümünde hapishane yönetimi sessizlik uyarısı yaparak iletişimi kesmeye çalışır. Avluda temizlik görevi verilen esirler ise bundan yararlanır ve ellerindeki süpürgeleri yere vurarak “Seni seviyoruz Stockdale” yazarlar.
Sonunu bilmeden ve özgürlük umudunu yitirmeden hayatta kalan Stockdale sonunda işkence yuvasından sağ kurtulabilmiştir. Kendi ile beraber birçok askerinin de hayatını kurtaran Stockdale ülkesine döndükten sonra uzun bir tedavi dönemi geçirmiştir. Tedavisi biten amiral eşi ile beraber bu yedi buçuk yılda yaşadıklarını anlatan “In Love And War” adında bir kitap kaleme alır. Yaşadıklarının günü kurtarmaktan ibaret olmadığını bilen amiral aynı şeylerin bir daha tecrübe edilmemesi için gelecek nesilleri uyarır.
Amiral döndüğünde ona en çok “Hayatta kalabilmeyi nasıl başardın?” sorusunu sorarlar. Stockdale’in cevabı ise birçok kişisel gelişim kitaplarından daha anlamlı ve daha derindir.
“Hiçbir zaman inancımı kaybetmedim. Esaretten kurtulacağıma dair hiç bir şüphe beslemediğim gibi, hürriyetime kavuştuktan sonra, esaretim esnasında kazandığım deneyimimi hayatımın geriye kalan bölümünde güçlendirici bir unsur olarak kullanacağımı düşündüm ve hayal ettim.”
Bu cevabın ardından gelecek ikinci soruyu hepimiz tahmin edebiliriz.
“Peki, kimler başaramıyordu?”
Amiralin cevabı herkesi şaşırtan cinsten.
“Çok kolay. İyimser olanlar. Her şeyin çok iyi olacağını düşünenler, genellikle o kamptan sağ çıkamadılar. Çünkü onlar, Noel’e kadar buradan kurtuluruz, Noel gelip geçiyor ama onlar kalıyordu. Bu sefer Paskalya’da kurtuluruz diyorlardı. Paskalya gelip geçiyor, yine orada kalıyorlardı. Ardından Şükran Günü’nü bekliyorlardı. Sonra tekrar Noel. Sonunda hayal kırıklığı içinde ölüp gidiyorlardı”
Umut, insanın her şeyidir, doğru. İnsanı, her şeye rağmen yarına ve hayata bağlayan belki de tek duygudur umut. Ama bir eksikle, gerçekler. Tek başına umut insana sadece güzel hayaller kurdurur. Yarını hedefleyen biri umutlarını asla düşünce balonlarına hapsetmez, onları gerçekleştirmek için adımlar atar.
Stockdale “Bu çok önemli bir derstir. Sonunda başaracağına dair inancını asla kaybetmemelisin. Kaybedersen ayakta kalamazsın. Ama bir yandan da o an içinde bulunduğun durumun ortaya koyduğu acı gerçekler neyse, onlarla yüz yüze gelmek için gereken disipline de sahip olacaksın” diyor.
İşte, Stockdale Paradoksunu oluşturan zıt ama iç içe duygular bunlardır. Şartlar ne olursa olsun asla pes edip, yenildim deme. Bir gün kazanacağına olan inancın, umudun asla azalmasın. Ancak o anda da ne yapman gerekiyorsa onu, hatta en iyisini yap.
Unutma, hayatın götürdükleri seni hayattan koparırsa, gidenler asla geri gelmez!
Teşekkkürler, Çok güzel bir yazı kaleme almışsınız.
Bu tarz başarı hikayeleri tavsiye ederseniz severek okurum