Budur belki de bizi biz yapan gerçek
Yüzümü döndüğüm o şömine
Yatağımdaki o oyunbaz hayal
O erişilemeyen hükümler
Hem söylesene gerçekten
Gerçekten var mıydı? O yıldızların
Kuyruklarına takılı kalan gözlerimiz
Yüz yüze bakışan atlılar gibi
Köhne sabahların ışıltılarına karşı
Haklılığımı ne savunabilirdi
Duvarında yalanların büyüdüğü
Hükümlerin kesildiği o odalarda
Topallayarak yürüdüğüm kırların
Aynalı gerçekliğini gördüm
Yılların benden aldığı özgürlükçü
O içten içe olan yozlaşmamı
Söküp aldı benden, ve
Gitti ya bir bağrına yandığımın yerine
Artık görünemez dediklerimin hepsi
Su yüzüne çıkmaya güç yetirir halde
Çünkü tabanım çağlayan nehirlerin
Akıntısına karşı yürümeyi maharet bildi
Yanıldı, ıslandı, sızlandı ama gördü işte
Ay’ı, yıldızı, bulutları, gökyüzünü
Toprağa çekilen bedeniyle
Göz kapaklarının altında yatan o haykırışcı
O propagandacı, o aldanıcı ruhuyla bile
Bir kez olsun isyana kalkışmadı
Bir kez olsun nedenini bilmediği kuyudan su çekmedi
Hakka riayet etti, sabrı taşıdı gönlünde
Onun kalbi bir avuç özlemle kavruldu
Yandı ve tutuştu, yandı ve kurtuldu
Gözleri köze çevrilmiş o alevli yerde aranıyordu
İşte o, o, oradaydı
Gönlüyle, kalbiyle, ruhuyla
Verilen bedeniyle, gözleri ve tüm benliğiyle
Çamura batan kalıbıyla, göklerde biri
Muhabbetinle diri, o sendin
Vâveylâ’nın aşkıysa seni böylesine kesip biçen
Kalemin ve defterin o yanıltıcı sözlerinden öteye geç
Sağ ve solumuzdaki hesabı
Gökle ve yerle bir olduğumuz o anı
Görüp yürümezsem, volkanda dağı, şehirde hapis hayatı
Bekler dururum yolumun ağzındaki atlıyı
Ha geldi ha gelecek, o dillerin eskitemediği kurtarıcı
İşte sana gerçek, işte yolumun üstünde şakkul kamer
İşte güneşin kayışı, yıldızların dökülüşü
Kulağımı sağır eden o ses, hamilelerin düşük yaptığı o çınlama
Bir yok oluşa doğru sesimin ahengi
Kulakların içine yaşanacak ne çare! Şiddetinde varıyorsa
O vakit yaşam uğruna yaşamlar doğuracak bu şarkı
Vâveylâ’nın şarkısı: ben sana değil, bana bu aşkı verene minnettarım…