“Çok sevdiğim şarkıları seninle paylaşmaya devam edeceğim ancak acılarımı paylaşmayacağım. Çünkü iyi bilirim ki acılar pay ettikçe katlanarak büyür.” dedi. Yüzüne bakmak için direncinin kalmadığını işte o an fark etti. Halbuki başını göğe doğru bir santim bile kaldırsa; onun, zihnindeki kurgudan ibaret olmadığını gözleriyle tescillemiş olacaktı. Yine de bir kaçış yolu olarak düşlerini seçti.
13.30 vapuruna yetişmek istiyordu. Aslında bunun sahiden de bir nedeni yoktu. Hatta diğer metronun dört dakika sonra geleceğini bildiği halde ışıklar kırmızı yanarken içeri girmeye çalışırdı. Dört dakikaların da bir sebebi yoktu. Yalnızca kaçırmış olma duygusunu ortadan kaldırma derdindeydi. Vapura son dakika yetişti. Hızlıca yürürken ardında kalan görevliye fatihalar okuyordu. Ne budala adam! Ayaklarının karada olmasına güvenen ahmaklara güldü içinden.
– Afedersiniz!
-Yavaş yavrum ne bu acele!
-Acele giden hep ecele gitmez teyze. İskelede kalıp vapura yetişemeyenlerin yüzlerindeki ifadeyi merak etmiyor musun hiç?
Garip, yanında bunun için dürbün bile taşırdı. Ama onun net bir duygu tanımı yoktu bu olay karşısında. Kimi zaman geride kalanların sinirli yahut üzgün hallerinden zevk duyardı. Kimi zamansa buna oturup ağlardı. Martıların mor renkte olmamasına da söylendi durdu, telefonunun kulaklıkla şarj olmamasına da. Nihayet yeni iskeleye yanaşma borusu öttüğünde ayaklarına hızlıca bir emir verdi. Yön duygusu artık ona ait değildi. Bir ayağı onu 47E’nin durağına götürüyordu, bir ayağı da Beyoğlu’nun arka sokaklarına. Üstünkörü kravatını düzeltti. Gömleğinin iki yakasını birleştirmeyi becerebilmişti ama iki ayağını nasıl birleştirecekti, işte onu bilemiyordu. “Keyifleri bilir!” dedi. Bir yer aramadan öylece oturdu bulunduğu yere. Anlamsız bakışların arasında alaylar geziniyordu. Dilenci sanan bakışları da görmezden geldi, birçok şeyi görmezden geldiği gibi. O an gözlerimin içine baktı:
-Ben de olmasam ne yazacaksın sen?
-Doğru! Sırf bu yüzden bile iyi ki varsın işte.
-Hala evimde oturuyor olabilirdim.
-Ama buraya geldin.
-Hayır, beni sen getirdin!
-Çünkü bıraksam kendi rızanla gelmeyecektin.
-Bıraktın mı?
-…
Ayağa kalkıp pantolonunun tozlarını silkti yavaşça. Bu kez yetişmek istemedi vapura. Gözlerinin önünden kaydı gitti. Boru sesini ilk defa vapurun dışındayken işitti. Tek isteği ağır ağır evine gidip kahvesini içmekti. Artık ağırlaşmak onu hafifletiyordu.